18 Aralık 2012 Salı

Alphonse Mucha



Cekoslavak grafik sanatçısı ve ressam.

Paris'te ilk taş baskısı posterleri yaptı.

Bu tarzın adi 'Art Nouveau' (Yeni Sanat) oldu.







11 Aralık 2012 Salı

David Ogivly





Pek çok yeni tekniği 50 li yıllarda uygulayan reklamcıdir

USP yöntemini reddeder.

Urünler için tüm çaba imaj olmalıdır der.

Bu yüzden 'story appeal' tekniğini yaratır.

Yani ürünün arkasına öyle bir hikaye koyacaksınız ki çekici olacak ve çok uzun süre aynı hikaye kullanılacak.



9 Aralık 2012 Pazar

Medina Turgul DDB

Bu ajansla birlikte reklam sektöründe çalışılabilecek alanları ve her bir alanın ayrı ayrı reklamın hangi aşamasında, ne gibi görevler yaptığını görme fırsatımız oldu. Türkiye’de hemen hemen bu kadar geniş kapsamlı çalışan ajansa rastlamak zor ve biz bu ajansı gezerek aslında reklamı iş olarak tam anlamıyla izleme fırsatımız oldu. Yaptıkları örnek işleri incelerken gerek yaratıcı ekibin rolünü gerek müşteri ilişkileri sorumlularının görevlerini daha iyi anladık. Belki de bu ajans gezisi ile kendimizin hangi alanda olmak istediğimiz kafamızda biraz daha yer etmiş oldu. Ajansın büyüsüne kapılmamak gerçekten çok zordu. Yaptıkları işleri, aldıkları ödülleri dinlerken bir reklamcı adayı olarak hayal ettiklerimin gerçek olabileceğine olan inancım arttı. Bu sektörün içinde var olan ve faal olarak hala çalışan insanlarla yaptığımız sohbet ile onları tanıyarak ‘reklamcı’ kimdir, nasıl düşünür hangi aşamalardan geçirir projelerini görmüş olduk.








8 Aralık 2012 Cumartesi

Mas Matbaacılık

Yaptığımız matbaa gezisi ile kitapları hikayesini öğrendik. Yazarın zihninden çıkıp bizim elimize ulaşana kadar geçirdigi dönemi gördük. Basim makinaları hatta bunların en eskilerini görme fırsatımız oldu. Her türlü kitap ve basimin çeşitlerini şekillerini gördük. Kendi adıma konuşmam gerekirse ilgimi çeken şey reklam afişleri oldu. Az da olsa karşılaştığım afişleri incelemek benin için eğlenceliydi. Ayrica matbaanin içine hemen hemen her katina yapılmış bahçelerle bence bir nevi ağaçlardan özür diliyorlardi.  Çok etkileyici bir düşünce olmuş. Ayrıca orada çalışan herkesin gerek matbaa, kitap gerekse iletişim alanında bizimle paylaştıkları şeylerin çok önemli oldugunu düşünüyorum. Ilgimi çeken bir diğer sey ise teknolojinin hızlı gelisimini canlı canlı görme imkanımız olmasıydı. Basim makinaları bunların en önemli ornekleriydi.Defter dizaynı için kullandıkları malzemelere teker teker bakmakta ayrıca çok keyifliydi.  Itiraf etmeliyim ki yayıncı kavramının tam anlamını bu gezi sayesinde öğrendim. Bildiğim bir şeydi ancak bir yayıncı tarafından kendi işini dinlemek ciddi anlamda bu isi anlamam hatta daha fazla onemsememe neden oldu. Bir kitabın basılmadan önceki son halini, basilisini hatta emeği geçen insanları görmek oldukça ilginç bi deneyim oldu.











3 Kasım 2012 Cumartesi

Harvey Ross Ball



10 Temmuz 1921'den 12 Nisan 2001 yılları arasında yaşayan Ball Worcester Massachusetts'de doğdu ve büyüdü.
Ball, Amerikalı grafik sanatçıdır.
Öğrenci olduğu yıllarda bir tabelacıda çıraklık yapan Ball, daha sonra güzel sanatlar okudu.

'i yaratan kişidir.




Milton Glaser



26 Haziran 1929'da New York'da doğan Glaser, grafik tasarımcısıdır.
Okuldan mezun olduktan sonra arkadaşlarıyla Push Pin Studios'u kurdu ve başkanlığını yaptı.
Birçok önemli şirkette önemli kademelerde görev yapmıştr.


New York'un tanımı için hazırladığı bu çalışma en bilinen çalışmasıdır.
Çizgiroman firması olan DC için hazırladığı loga da bir diğer tanınan çalışmasıdır, bu çalışmalarla dünyada üne kavuşmuştur.
İş yaşamı yanında öğretmenlikte yapmıştır.
Bir çok eseri dünya sergilerinde sergilenmektedir.

12 Ekim 2012 Cuma

Kültür Endüstrisi


Kültür endüstrisi, Frankfurt Okulunda Max Horkheimer ve Theodor Adorno tarafından geliştirilmiş bir eleştiridir. Kültür endüstrisinin amacı bireyin kapitalizmi benimsemesini sağlamaktır. Günlük işlerin ağırlığından uzaklaşmayı ve zihinsel oyalanmayı amaçlar. Bu sistemin amacı ağır şartlar altında yaşamaktan bunalan insanları oyalamak için görsel, işitsel ve yazılı medyayı kötüye kullanarak onları yalancı bir rahatlama durumuna sokmaktır. Ancak Frankfurt Okulu düşünürlerine göre bu kaçış gerçek bir kaçış değildir. İnsanlara yeniden çalışma istediği aşılamak ve kapitalizmi bir maske ile gizlemek için geliştirilmiştir.

4 Mayıs 2012 Cuma

Cracks in the Shell




Cracks in the Shell drama film directed by Schwochow Chiristian a film taken in the field. It tells a story of a student in the drama theater Josephine who is in twenties. According to her teachers, Josephine is not very successful. Josephine remaining dormant stage of a theater but a director called Kaspar thinks even she is not good enough, he give leading role of a drama game which is called Camile, to her because of she has problems. Josephine lives with her mother and disabled sister and calms her when she suffers seizures. Throughout her life, her family oriented on her sister because of illness and it leads to distort Josephine’s psychology. Learning to use the theater in order to reflect the lack of these spiritual feelings, she began to use the feelings of becoming a successful player. In this film we are watching the human patience, love and tolerance. She plays games and looks for her a very emotional girl. We can see it in his short time with the love tunnel builder. She is applying her role and using her cues to become a good role, even in her love and shows itself as a different nosrep. While the bad feelings caused him to be even more successful in her life, we follow the changes in her life and we feel the same emotions. Stine  Fischer Christensen’s successful operation of a successful acting and Chiristian Schwochow’s film is really impressive. People experiencing a sense of anger and compassion together while watching this film.

20 Nisan 2012 Cuma

Abbas Güçlü






1957 yılında Ankara’da doğdu.
Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesinde eğitim gördü.



Milliyet Gazetesinde çalıştı.
Genç Bakış, Halkın Gündemi, Karne, Sonsuz Yarış adlı programları sundu.
Eğitimle ilgili birçok yazı yazmış ve eğitim konusuna en yakın duran gazetecilerdendir. http://www.abbasguclu.com.tr/



Köşe yazarlığı, editörlük, sunuculuk yapmıştır.
Marmara Üniversitesinde Temel Gazetecilik dersi veriyor.

18 Nisan 2012 Çarşamba

Güneri Cıvaoğlu



30 Temmuz 1939 tarihinde Ankara’da doğmuş.
Ankara üniversitesi Hukuk Fakültesinde okumuş.
Show Tv’nin ilk genel müdürüydü. 
1996’da beri Milliyet Gazetesinin başyazarıdır. 
5 yıldır Kanal D’de yayınlanan Şeffaf Oda adlı programı sunuyor.
Bilgi Üniversitesinde iletişim dersleri veriyor.
İstanbul barosuna kayıtlı avukattır. 
Bir çok kanal ve gazetede görev almış, öğrencilik yıllarında çeşitli dergilerde çalışmıştır.


11 Nisan 2012 Çarşamba

THE REAL STORY HOTEL RWANDA





In 1994, The Hotel Rwanda movie Hutus genocide of Tutsis about made impressive work of art in Rwanda. Movie’s main character, Paul Rusesabagina, the Hotel des Mille Collines’s director and also the hero of many Hutu and Tutsi refugees.  His past life, many refugees survived’s use of established connections. Although he was a Hutu, Tutsis have threatened the lives a hero. This also affects the movie that learned how to behave for me to explain the events as genocide.

Firs of all, this situation should be sensitive to similar situations. Where in the world, no matter what race react to it when we see genocide news. We don’t be afraid to talk about genocide. For example, when i see this news, I talk to people around me in order to achieve sufficient knowledge. I try to find out the reasons. I try to share my knowledge with people around me. I discuss my friends necessary to help people. The movie Hotel Rwanda, Un Human Rights instruments to remain silent in the event funds in France and the European countries themselves and come to rescue soldiers recover not only the Europeans who react to the Hotel are taken. This situation shows that a common murder silence.

Secondly, journalists should be able to notice such areas, if necessary, without fear to stay in the middle of the war able to take out. The shortest way to announce an event is media. With the media can reach the most people quickly. For example, I was a journalist in Rwanda at that time, I listened to stories of people, I make them news and I would try to send this news to other countries. Also, I tried to get up a job Hutu’ media organizations and I would try to learn of their plans so I would take precautions to protect Tutsis. I would do this to people’s life, even if the risk of be killed. HTLM Hutu Power Radio is a radio belonging to hutu’s terrorists.  This information is provided about the massacre which will start against Tutsis on the radio. They said Tutsis cockroaches and to start and the massacre of the ‘cut the tall trees’ is used as a signal. I learned to do it and be able to enter the radio station would try to take precautions. I could take people to risk my life to save. I saw this movie at, I could be there and I too wanted to be able to help people.


Finally, we must help to people in this case. Maybe, we can be somebody’s hero. We look at ways of delivering material and moral support to those people. Although the Hutu manager of a hotel in the film, Paul is fighting for people lives’. Especially, his wife is Tutsi and Paul want to protected her. Later he protected all Tutsi. Pat Archer who worked in Red Cross, she risked her life to save the life of children taking. And in such cases to help people feel they are not alone is very important.


This is a common murder cases remain silent. Hotel Rwanda is both a civil war and the liberation of the movie tell us a very good work. Saved the lives of other people to see how people are brave, fearless and very impressive. Many such cases, the task falls on the entire world. Most importantly, be sensitive. First and foremost, we, journalists and other professions and countries must learn to fearlessly defend the right to life of another person. Because one day, someone else may need to defend our right to life.

9 Nisan 2012 Pazartesi

THE REVIEW OF MISS REPRESENTATION


       The Miss Representation film reveals a big reality in media  about  the prejudices on women. It handles the subject with many ways. Lots of women talk and they give their views about this issue in the film. This film should be watched by everyone who has a prejudice about this issue. In this film women are encourages themselves for getting succeed because media have lots of negative effects on women’s life.

    First of all, the most important thing in the film is, media is using women for increase their ratings and profits. Women can be only in media if they have seat next to a man. For example, in some news channels, young, beautiful and less talkative women can be in there next to old and man presenter. Women are only used in there for gain attention fort he viewer. Women can also used for gain attention for a product or TV show. For another example, in advertisements they prefer sexy and attractive women because these types of advertisements attract men’s attention more than other ads.  Women in the media are only used for a tool and it causes for these women’s career plans are getting in second plan.

    Secondly, these prejudices in media, affects society’s cultures. It changes the view of the men’s on the women. For instance, women are memorized extortionately with their beauties; men never thought a women can be successful in any profession. There was a very nice example in the film about that. People made lots of claims about Senator Sarah Polin. One of them was, she want to prove herself because of after her husband’s cheating. One of the other impacts of this subject is affecting thoughts and cultures for women. Everybody start to believe the skinny and straight haired women are beautiful. Media’s negative attitude is deteriorating towards to women attitudes.

    Finally, it tells about the media wants to adopt their own thoughts to the people. Media foundations do not render a service to women’s wishes too much. Although having lots of sport channels in TV, nobody does not approach for a channel which related with women and they think this is unnecessary. In general the media organizations which are consist of men, do not make any offers for women to work which they deserved and thereupon they do not render any services which women have deserved.

    In my opinion, this film tells the media’s negative effects on women and women express themselves very nicely to the viewers. I believe women can do any profession they wanted. To get stop these situations everybody should be became conscious and everybody should watch this film. Every woman should show the best of what they can do with their talents. We have to tell to media and men, that they should abandon their thinkings and their prejudices, and also tell about them to woman are also an individual in this society. I wish the world can notice this mistake and women can get their places that they deserved.

16 Mart 2012 Cuma

Hrant Dink (15 Eylül 1954- 19 Ocak 2007)



Malatya doğumlu Dink anne ve babasının ayrılığından sonra 2 diğer kardeşiyle birlikte Gedikpaşa'daki Ermeni yetimhanesinde büyüdü. Sol görüşten etkilendi. İstanbul Üniversitesinde Zooloji bölümü okudu ve aynı yetimhanede büyüdüğü Rakel hanımla evlendi. 


Türkçe ve Ermenice bir gazete olan Agos Gazetesini kurdu. Yayın yönetmenliği ve başyazarlık yaptı. Zaman ve Birgün gazetesinde yazdı. 

19 Ocak 2007 tarihinde Agos Gazetesinin binasının önünde öldürüldü.


15 Mart 2012 Perşembe

UĞUR MUMCU (22 Ağustos 1942- 24 Ocak 1993)





Bir pazar sabahıydı
Ankara kar altında
Zemheri ayazıydı
Yaz güneşi koynunda
Ucuz can pazarıydı
Kalemim düştü kana
Zalimler pusudaydı
Bedenim paramparça

Çevirdim anahtarı
Apansız bir ölüme
Şarapnel parçaları
Saplandı ciğerime
Ucuz can pazarıydı
Kan doldu gözlerime
İsimsiz korkuları
Katmadım yüreğime
Bembeyaz doğruları
Yaşadım ölümüne

Uğur'lar olsun Uğur'lar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran ols
un 


Selda Bağca('ın Uğur Mumcu için yazdığı şarkı)



VURULDUK EY HALKIM

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık.
Babamız sırtında yük taşıyarak,
getirirdi aşımızı, ekmeğimizi,

Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla
caddelerden geçerken,
bizler bir mumun ışığında
bitirdik kitaplarımızı.

Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun
yüreğini, yüreğimizde yaşayarak
katıldık o büyük kavgaya.

Ecelsiz öldürüldük, dövüldük, asıldık…
Vurulduk ey halkım,
unutma bizi…

Yoksulluğun bükemediği
bileklerimize, çelik kelepçeler
takıldı.

İşkence hücrelerinde
sabahladık kaç kez,
isteseydik, diplomalarımızı
mor binlikler getiren
birer senet gibi kullanırdık.

Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık, kışlık katlarımız,
arabalarımız olurdu.

Yüreğimiz işçiyle birlikte attı,
köylüyle birlikte attı.

Yaşamımızın en güzel yıllarını,
Birer taze çiçek gibi
verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

Fidan gibi genç kızlardık;
Hayat, şakırdayan bir şelale gibi
akardı göz bebeklerimizden.

Yirmi yaşında,
yirmi bir yaşında,
yirmi iki yaşında,
işkencecilerin acımasız ellerine
terk edildik.

Tükürülesi suratlarına karşı
bahar çiçekleri gibi,
taptaze inançlarımızı fırlattık
boş birer eldiven gibi.

Utanmadılar insanlıklarından,
Utanmadılar erkekliklerinden.

Hücrelere atıldık ey halkım,
unutma bizi.

Ölümcül hastaydık,
bağırsaklarımız düğümlenmişti.

Hipokrat yemini etmiş
doktor kimlikli
işkencecilerin elinde
öldürüldük acınmaksızın.

Gelinliklerimizin ütüsü bile
bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş
kocalarımızın taptaze duygularına,
birer mezar taşı gibi savrulduk.

Vicdan susut,
Hukuk sustu,
İnsanlık sustu.

Göz göre göre
öldürüldük ey halkım.

Kanserdik;
ölüm, her gün bir sinsi yılan
gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar
hücrelere.

Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik
kurtulurduk belki.
Bir buçuk yalındaki kızlarımızı
öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek,
yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak
fırlattık attık önlerine.

Sonra da, otuz iki yaşında
bırakıp gittik bu dünyayı,
ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım unutma bizi.

Giresun’daki yoksul köylüler,
sizin için öldük.
Ege’deki tütün işçileri
sizin için öldük.
Doğu’daki topraksız köylüler;
sizin için öldük,
İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler,
sizin için öldük,
Adana’da, paramparça elleriyle,
ak pamuk toplayan işçiler,
sizin için öldük,

Vurulduk,
Asıldık,
Öldürüldük ey halkım,
unutma bizi.

Bağımsızlık, Mustafa Kemal’den
armağandı bize.
Yabancı petrol şirketlerine karşı
devletimizi savunduk,
komünist dediler.

Yirmi iki yaşlarındaydık
öldürüldüğümüzde ey halkım,
unutma bizi.

Mezar taşlarımıza basa basa,
Devleti yönetenler gizli emirlerle,
başlarımızı ezmek,
kanlarımızı emmek istediler.

Amerikan üsleri kaldırılsın dedik,
sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Emperyalizmin ahtapot kollarına
teslim edilen ülkemizin
bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.

“Ülkemiz bağımsız değil” dedik,
kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme
karşı dalgalandırdığımız
bayrağımızı daha da dik
tutabilmekti bütün çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey haklım unutma bizi…

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha.

Bir gece sabaha karşı,
Pranga vurulmuş ellerimiz
ve ayaklarımızla çıkarıldık
idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık.
İçimiz titremedi hiç.

Mezar toprağı gibi taptaze,
mezar taşı gibi dimdik
boynumuzu uzattık
yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi.

Bizi öldürenler,
bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı
ya da susmuşlardı
bütün olup bitenlere.

Öfkelerini bir gün bile
karşısındakilere bağırmamış
insanların gözleri önünde
öldürüldük.

Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.

Batı uygarlığı adına,
bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım,
unutma bizi.

Bir gün mezarlarımızda güller açacak
ey halkım unutma bizi.
Bir gün sesimiz,
hepinizin kulaklarında yankılanacak
ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top
çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz.
ey halkım unutma bizi.
unutma bizi
unutma bizi
unutma bizi
unutma bizi…



Uğur Mumcu

Lise eğitimini Ankara Bahçelievler Deneme Lisesinde tamamlayan Mumcu eğitimine Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde devam etti. Araştırmacı, gazete ve yazarlık yaptı. Şükran Güldan ile evli olan Mumcu'nun Özge ve Özgür adında iki çocuğu var. Çok aktif bir insan olan Mumcu daha öğrenciyken bir çok başarıya imza atmış ve ödül almıştır. Asla özetle anlatılamayacak bir hayat yaşayan Mumcu Türkiye'de unutulmaması gereken bir kişilik olarak ölümsüz kalacaktır.

Askere gideceği dönemde, yazdığı bir yazıda geçen sözlerden dolayı tutuklandı ve bir yıla yakın cezaevinde kaldı. Çok aktif bir gazetecilik hayatı olmuştur, Cumhuriyet, Milliyet ve Yeni Ortam çalıştığı gazetelerden bazılarıdır. Bir çok kitap ve makale yazmıştır, bir o kadar da onun için yazılmış kitap ve makaleler vardır. Hayatı boyunca bir çok ödül almıştır.

24 Ocak 1993'de arabasına konulan bomba ile öldürülmüştür.

Eserleri;
§  Mobilya Dosyası (1975)
§  Suçlular ve Güçlüler (1975)
§  Sakıncalı Piyade (1977)
§  Bir Pulsuz Dilekçe (1977)
§  Büyüklerimiz (1978)
§  Çıkmaz Sokak (1979)
§  Rabıta (1979)
§  Tüfek İcad Oldu (1980)
§  Silah Kaçakçılığı ve Terör (1981)
§  Söz Meclisten İçeri (1981)
§  Ağca Dosyası (1982)
§  Terörsüz Özgürlük (1982)
§  Papa-Mafya-Ağca (1984)
§  Sakıncasız (1984)
§  Devrimci ve Demokrat (1985)
§  Liberal Çiftlik (1985)
§  Aybar ile Söyleşi (1986)
§  12 Eylül Adaleti (1987)
§  İnkılap Mektupları (1987)
§  Bir Uzun Yürüyüş (1988)
§  Tarikat-Siyaset-Ticaret (1988)
§  40'ların Cadı Kazanı (1990)
§  Kazım Karabekir Anlatıyor(1990)
§  Kürt İslam Ayaklanması 1919-1925 (1991)
§  Gazi Paşa'ya Suikast (1992)
§  Kürt Dosyası (1993)
§  Katiller Demokrasisi (1997)
§  Saklı Devletin Güncesi "Çatlı vs." (1997)
§  Gazetecilik (1998)
§  Polemikler (1998)
§  Uyan Gazi Kemal (1998)
§  Bu Düzen Böyle Mi Gidecek? (1999)
§  Söze Nereden Başlasam (1999)
§  Bomba Davası ve İlaç Dosyası (2000)
§  Unutmayalım, Unutturmayalım (2003)
§  Eğilmeden Bükülmeden (2004)
§  Kır Çiçekleri (2004)
§  Türk Memet Nöbete (2004)
§  Dost Yüzlerde Zaman (2005)
§  Çocuklar İçin (2009)
§  İsterler ki Susalım (2011)
§  beyaz melek (2011)

Hakkında yazılan kitaplar;
§  Değer, Emin. Uğur Mumcu ve 12 Mart Geriye Dönüşün İlk Adımı. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Yayınları, Ankara 1996.
§  Mumcu, Ceyhan. Kardeşim Uğur Mumcu. Kaynak Yayınları, Ankara 2008.
§  Özel, Sevgi. Uğur Olsun! - Bir Devrimcinin Öyküsü. Bilgi Yayınevi, 3. baskı, Ankara 2003.
§  Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik VakfıUğur Mumcu Cinayeti. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Yayınları, Ankara 1997.
§  Tüleylioğlu, Orhan. Ben, Uğur Mumcu'yum. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Yayınları, Ankara 2011.
(tr.vikipedia.org)




Abdi İpekçi (9 Ağustos 1929- 1 Şubat 1979)



Galatasaray Lisesinde eğitim gören İpekçi daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine devam etti. Şut ve Kırmızı-beyaz gibi spor dergilerinde çalıştı. Yeni Sabah ve Yeni İstanbul gazetelerinde yazı işleri sekreterliği ve muhabirlik yaptı. İstanbul Ekspres Gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yaptı ve 1954'te genel yayın müdürü olarak Milliyet Gazetesine başladı ve bu gazetede baş yazarlık yaptı.


Bir çok gazete ve sendikada başkanlık yapmış, İstanbul Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. 1 Şubat 1979 yılında Mehmet Ali Ağca tarafından öldürülmüştür.


''Mehmet Ali Ağca'nın verdiği ifade de Abdi İpekçi'ye 5 - 6 el ateş ettiğini söylemiştir. Fakat olay yerinde 9 mermi ele geçirilmiştir. Bu da bir ikinci kişinin olduğunu göstermiştir. O da Oral Çelik'tir. Oral Çelik ve Mehmet Şener suikastı beraber planlamış Mehmet Ali Ağca da tetikçi olarak sonradan aralarına katılmıştır. Mehmet Ali Ağca, İpekçi suikastinden idamla yargılanırken 1979 yılında ülkenin en iyi korunan askeri cezaevlerinden biri olan 'Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçırıldı. Abdullah Çatlı, Bedrettin Cömert suikastinden aranırken 1978 Ağustos'unda Sakarya'da yakalandı. 48 saat sonra serbest bırakıldı. Uğur Mumcu'nun İpekçi cinayetinin kilit ismi dediği Çatlı 1982 Şubat'ında bu kez 'MHP' davasıyla aranırken, Zürih'te Mehmet Şener ile birlikte sahte pasaportla yakalandı ve yine 48 saat sonra salıverildi.
Uğur Mumcu; 'Şener iade edilirse İpekçi cinayeti aydınlatılır, yitirilen her saniye önemli.' Diye yazdı. Ama değil saniye aylar geçti Şener yargılandı ve delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Oral Çelik 1982 yılında İsviçre'de yakalandı. 10 gün sonra serbest bırakıldı. Türkiye'ye döndükten sonra Malatya'da süren bir cinayet davasında dosyada bir evrakın kaybolması üzerine tahliyesine karar verildi. Ağca'nın, İpekçi cinayetinde tetik çektiğini söylediği Yalçın Özbey ise 1983 yılında Almanya'da işlettiği lokalde gözaltına alındı ve 2 ay sonra salıverildi.''(http://www.turkceciler.com/abdi-ipekci.html)



Bazı eserleri;
Afrika (1955)
İhtilalin İçyüzü (1965)
İnönü Atatürk'ü Anlatıyor (1968)
Liderler Diyor ki (1969)
Dünyanın Dört Bucağından (1971)